top of page
Yazarın fotoğrafıŞarkılara Mektuplar

Aidiyet



Tek başına ama

Yalnız değil.


Sahne sonsuz,

replikler sınırsız,

roller geçici.


Armağanlar adressiz,

fark edebilenin nasiplendiği,

kabul edenin özgürleştiği

sahnede.


Sevgiyle örülen ağlar,

İlmek ilmek çözülmeye hazır.

Seven ve sevileni

Özgür kılmak için,


Her kanat çırpış;

Bir gülüş,

Bir yoldaşlık,

Ve Bir'lik.

Tek başına geliyoruz dünyaya ve tek başına bitiyor macera. Aradaki süreçte yoldaşlıklarımız oluyor seçtiğimiz ya da yanıbaşımızda buluverdiğimiz. Yaşam denen sahneyi tüm rol arkadaşlarımızla paylaşıyoruz. Kimi ilk sahnede rol alıyor, kimi sonlara doğru. Kiminin sahneye girip çıktığını dahi fark edemiyoruz ya da bazılarının tüm oyun boyunca bizimle birlikte sahnede olmasını istiyoruz, ürkekliğimizi ,acemi heyecanımızı paylaşmayı dilercesine.

Belki de en çok kendimize ait olduğunu hissettiğimiz şey, bizlere bahşedilen hayat. Sadece bizim için yazıldığını sandığımız senaryoda da çoğu zaman kendimizi başrol oyuncusu gibi hissediyoruz ve diğerlerinin figüran olduğunu var sayıyoruz . Oysa kimsenin rolü bir diğerininkinden önemsiz değil. Her biri bir diğerini tamamlıyor. Bir replik eksik olsa senaryo bütünlüğünü yitiriyor ve sanki adım adım karşıya geçmemizi imkanlı kılan köprüden bir tuğla düşmüş gibi oluyor. Her birimiz, farkında olmasak da o an için rolün gerektirdiği gibi davranıyor, o sahne süresince ezberimizi oynuyoruz. Rollerin yaşattığı deneyimler, yaşam yolundaki adımlarımıza ışık tutuyor, bazen örseyelerek bazen sarıp sarmalayarak büyütüyor bizi. Hani tiyatronun localarından aşağıdaki sahneye bakar gibi, oyunun içinde iken, aynı zamanda oyuna tanıklık etmeyi başardığımız nadir zamanlarda da sadece sahne arkadaşlarımızı değil, kendimizi de görebiliyoruz. O değerli zamanlar ki, yaşam yolculuğumuzun içinde iken göremediğimiz yönlere, inmeye karar vereceğimiz duraklara, seçemediğimiz yol ayrımlarına dair önemli ip uçları sunuyor.

Yaşarken en çok sahiplendiklerimiz de o hayatın içinde var olanlar; Sevdiklerimiz, içine doğduğumuz ailemiz, yol arkadaşımız, çocuğumuz, evimiz, kedimiz, malımız mülkümüz, bize ait olduğuna inandığımız her şey... Evet, varlıklarıyla anlam bulduğumuz, sımsıkı sarıldığımız, asla bırakmak istemediğimiz, tamamlayıcı parçamız gibi gördüğümüz manevi ve maddi değerlerimiz ... Çok insani bir algı bu aslında. Sahiplenmekle ilgili bu algımız yaradılışımızdan gelen ait olma, paylaşma ihtiyacından, belki biraz egodan, biraz teklikle baş edememe korkumuzdan, sevgi kavramına yüklediğimiz farklı anlamlardan ve sevgiyi kendimizce yaşama biçimimizden, kontrollü bir hayatı daha güvenli bulmaktan belki de, kimbilir? Hangi nedene dayanırsa dayansın, sahip olmakla ilgili bakış açımız, beklentilerimiz çok iddialı değil mi? Bizim gerçeklik algımız içinde, çoğunlukla görebildiğimiz tablo bu. Peki hakikat öyle mi?

Dünya ana kollarını açmış, bizleri karşılıyor. Bizler, yaşam denen döngünün içinde birer parçacık gibi dolaşıyoruz ve sonra da büyük bir şevkatle bizi bekleyen toprak anaya uğurlanıyoruz. Gelip geçen biz isek, kim kime ait, hangisi sahip? Bu sorunun cevabı ile birlikte heybeden, sahiplendiğimiz hiç bir şeyin aslında bize ait olmadığı gerçeği de çıkıveriyor ve tek sahip olduğumuz şeyin, belki de yanılsamalarımız olduğu.. Bize aitmiş gibi gelen şeyler, belki emanetlerimiz ya da sadece armağanlarımız. Hatta armağanlarımız bile değiller, onlar yaşamın barındırdığı armağanlar. Sahipsiz ama fark edilebilen, görülebilen, bilinmeyen bir zaman diliminde nasiplenilen armağanlar. Bu kabulle baktığımızda, sahiplendiklerimizle birlikte sığınıp sımsıkı tutunduğumuz o minik çember genişlemeye başlıyor, kilit üzerine kilit attığımız o düğümler çözülüyor ve o çember genişledikçe bizler özgürleşiyoruz , özgürleştiriyoruz. Belki de sevgiyle ördüğümüz ağlar, ilmek ilmek çözülüyor ve aslında gerçek sevgi, seveni de sevileni de özgür kılıyor. Tıpkı bir ağustos böceği gibi kanatlarımız çıkıyor kılıflarından, nemlerini kurutuyor ve açılıyor. Yanyana, önde ya da arkada ama aynı gök kubbenin altında kendimizi gerçekleştirmek üzere kanat çırpıyoruz.


Meltem Altınkaya

222 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

留言


bottom of page