Sen bu mektubu okuduğunda ben bu mektubu yazmış olacağım.
Sen ve ben, bizi öldürmek isteyen her şeyden kaçarak geldik bugünlere.
Sen bu mektubu okuduğunda ben bu mektubu yazmış olacağım.
Sen ve ben, bizi öldürmek isteyen her şeyden kaçarak geldik bugünlere. Bugünler dediğim de pek matah değil tabii; dünden, bugünden ve yarından bahsediyorum sadece. Ama hâlâ burun deliklerimizden giren havayı doldurabiliyoruz ciğerlerimize, hâlâ içimizdeki karanlığı aynı yoldan iade edebiliyoruz dünyaya her alış verişimizde. Alışverişe çıkmayı severdin, gidip bizi tanımamaları için yeni kıyafetler alırdın. Bizi öldürmek isteyen şeyler bizi tanımasın diye değiştirirdik üstlerimizi, sen benim giysilerimi giyerdin, ben seninkileri.
Kaçışımız uzun ve zorluydu. Her yerdeydi onlar. Çekirdek bir dört duvarın içinde bizi öldürmek istediler. Sen bebek arabasına bindin, ben bir örümceğin sırtına. Sen dümdüz gittin, bense zikzaklarla. Ama kaçmayı başardık bir şekilde. Sonra eski binaların köhne odalarında sana ve bana benzeyen onlarca seni ve beni yine öldürmeye çalıştılar. Benzerlerimizin arasında bizi bulmak kolaydı sorsan, bulamasalar bile ellerinin altındaki on on beş tanesinin ikisi bizdik hiç değilse. Sen bir kağıttan uçağa bindin, bense bir tebeşir tozuna. Sen gökyüzünde süzülerek gittin, bense tozarak kirli havada. Ama kaçmayı başardık bir şekilde. Kaçmayı başardık, bizi öldürmek isteyen her şeyin merkezine gittiğimizi bilmeden. Orada sen bir sıfırın ortasındaki boşlukta kayboldun, bense bir dördün ortasına oturup şişirdim üfleyerek yelkenini. Seni aradım uçsuz bucaksız karanlık denizlerde. Koyu mavi suyun altından geçen simsiyah yaratıkların parlayan gözlerinde gördüm seni, anladım ki beni öldürmek isteyen şeyler gösteriyorlar bana seni. Ben denize ait değildim. Uzaya ne kadar ait değilsem, o kadar ait değildim. O yüzden topladım bacaklarımı ve çektim karnıma dördün içinde, karardı gökyüzü, karardı denizyüzü. Yeni doğmuş bir bebek gibi kapatsam gözlerimi ve bıraksalar suya beni, yüzdürür mü beni bedenim, sanki suya aitmişim gibi?
Gözlerimi kapattım ve bıraktılar suya beni. Bedenim beni yüzdürmedi, “Suya ait değilsin,” dedi. “Ama,” dedim, “suyun içinde doğdum ben, sudan geldim bugünlere. Bugünler dediğim de pek matah değil tabii…” Ağırlaştı bedenim, “Sen sudan doğmadın ki,” dedi, “Boynunda bir kordon, kapalı gözlerinde ölüm, ışık yukarıdan vurdu sana, yarıldı gökkubben neşterin keskin ucuyla, bitmek üzere ile başlamak üzere arasındaki hayatın böyle verildi sana.” Ağırlaştı bedenim, sırtımda beni dibe çeken bir el, açık gözlerimde ölüm, denizin en dibindeki en soğuk noktanın en karanlık ışığının sıcağına çekildim. Ağırlaştı bedenim. Ağırlaştı bedeni. Ağırlaştı. Ağır. A.
***
Sen bu şarkıyı dinlediğinde ben bu şarkıyı söylemiş olacağım.
Senin sorunun çocukken merak ettiğin şeyleri büyüdüğünde de merak etmeye devam etmendi. Sanki tüm yetişkinler o sorulara cevap bulabildikleri için büyümüşler sanırdın. Halbuki onlar cevap bulabildikleri için değil, sormaktan vazgeçtikleri için büyümüşlerdi. Bunu sana anlatamadım. Ben çırpınırken sana doğrusunu anlatmaya bir yandan kulağıma kaçan suyu çıkarmaya uğraşırken, sen günü yirmi dört saate bölmeyi kimin akıl ettiğine kafa yorardın, sonra güne gün demeye kimin karar verdiğini sorardın, sonra gün gece olunca mı biter yoksa gece olunca mı gün başlar, bana bunu sorardın. Ben çırpınırken sana doğrusunu anlatmaya bir yandan serçe parmağımı ısıran balıktan kurtulmaya çalışırken, sen yaşamak denen şeyin cevap bulmak değil, soru sormak demek olduğunu anlamazdın. Ben anlatamadım, sen anlayamadın.
Seni dünyanın diğer ucunda bulduğumda bana dünyanın diğer ucuna gitmek istediğini söyledin. Bu arada bizi öldürmek isteyen şeylerin de ardı arkası kesilmiyordu. Bir tanesi daha katılmıştı onlara. Kollarını tezgaha dayayan karanlık adam son okunma tarihi geçmiş bir gazetenin kirli sayfalarının arasına sakladığı fotoğrafını göstermişti tetikçinin ve sen ağzındaki sodayı püskürtmüştün onu görünce. Bense denizin dibinde gördüğümü hatırladım onu, aynı ona benziyordu evet, yuvarlak ve iğneli. Sen kahkahalara boğulunca karanlık adam sinirlenip kalkmıştı yanımızdan, kalkarken de tetikçinin fotoğrafını bana bırakmıştı, ben kahkahalara boğulurken sen ellerinle ağzımı kapatmıştın, ben boğulurken sen kahkahalara elini uzatmıştın. Ben bir kere boğulmuştum daha önce, bir daha boğulmazdım. Sen kahkahalardan başka bir şeye boğulmadan gelmiştin bugünlere. Bugünler dediğim de pek matah değil tabii; geçen yüzyıldan, bu yüzyıldan ve gelecek yüzyıldan bahsediyorum sadece.
O gece ay ışığında yürürken denizin kıyısında, ben denizle arama seni koymuştum. Korkuyordum beni çağıran dalgalardan. Deniz miydi dalgalarını üzerime süren Ay mı? Tetikçi denizin içinde miydi yoksa damarlarımın içinde mi? Ben bunları düşünürken senin ne söylediğini duyamadım. Kulaklarımı değil dudaklarımı yaklaştırdım dudaklarına, seni duyabilmek için. Ben duyamadım, ben duyamadıkça sen daha çok bağırdın. Dudakların daha çok açıldılar, sesin benim ağzımda yankılansa da ben söylediğini duyamadım. Duyamadığımı duyduğunda sarıldın bana, saçlarının arkasından beni çağıran denizi, denizin arkasından beni çağıran Ay’ı gördüm. Dudaklarımı sımsıkı kapatıp gözlerimi ıslattım, yut-kun-dum tam üç seferde. Tetikçi denizde miydi, tetikçi resimde miydi, tetikçi hangi yutkunuşumda boğazı geçip denizi yendi… O an bildiğim dilden birkaç harf doluştu zihnime, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür…” devam ettim, “… ve ölmek, bir ağaç gibi tek ve hür.” O an bildiğim dilden birkaç sözcük doluştu zihnime, “Yaşamak istemem artık aranızda.” Devam ettim, “Ölmek istemem artık aranızda.”
Sana son birkaç kez daha sarılıp denize yürüdüm. Beni çağıran Ay’a yürüdüm. Ben yürüdükçe deniz çekildi, Ay uzaklaştı. Denizin en ait olmadığım en karanlık ve en soğuk noktasında yaşayan en korkunç canavara doğru yürürken bildiğim dilden birkaç sözcük doldu kulaklarıma, “Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için…” Devam ettim, “… yeni bir isim verdin bana.”
Bir dalga. Karadayım. İşte bu yüzden.
Bir dalga. Denizdeyim. Sırf bu yüzden işte.
***
Sen yaşamaya başladığında ben çoktan ölmüş olacağım.
Matbaalarda yeni takvimler basılmaya devam etmiştir ve sen büyümüşsündür. Dünya zaman kelepçesini bileklere takmaya devam etmiştir ve sen büyümüşsündür. Merak etme. Senin yürüdüğün toprak benim bastığım toprak değil. Senin yüzdüğün deniz benim battığım deniz değil. Senin kokladığın çiçek benim kaçarken bastığım çiçek değil. Korkma. Sen, ben değilsin. Ve, ve diyerek başlamamalı yeni cümlelere, sen başlama. Ve doldurabildiğin kadar doldur ciğerlerine bulduğun her temiz havayı. Doldurabildiğin kadar doldur içini bulduğun her temiz boşluğun. Doldurabildiğin kadar doldur. Yaşamı.
Çünkü birçok kez ölebilirsin ama sadece bir kez yaşarsın.
Asya Kıtası
Boylam: 27.1384
Enlem: 38.4127
İbrahim Alp Okur
Kommentare