Pencereleri güneşe açık, aydınlık, havadar girip çıkılan odalar kadar, kepenkleri kapalı, içeri güneş girmeyen, toz tutmuş odaları olan evler gibiyiz.
Canım kızım,
Bana sormuştun bir kere, nasıl bu kadar iyi olabiliyorsun diye… Ben ne yanıt verdiğimi hatırlamıyorum sana. Ama bugün, korona günlerinin altıncı ayında sıkışmışlık, belirsizlik hatta korkunun sürekli bir hal aldığı, sinirlerimizi bozduğu, yani seninle benim de aramın tatlı mesafesini yitirdiği ve birbirimize tahammül etmenin bazen çok zorlaştığı günlerde sana ve aslında kendime bu sorunun yatını yeniden vermek istiyorum.
Ben senin gördüğünden ibaret değilim. İçimde dönüp duran, birbirine dolanan nice karanlık düşünce, duygu, tepki, istek var…. İçimden geçerlerken, utanıyorum, kendime bile itiraf etmeye bile çekiniyorum. Belki yaşamımın çoğunda senin iyilik olarak gördüğün şeyleri inanır mısın, çok da farkında olmadan yaptım. Ya da babamın doğru, dürüst ve sorumluluk sahibi kızına yakışacaklar üzerinden… Karanlık olanı görmezden gelerek. Şimdi burada sana yazacaklarım bunun bir kandırmaca olduğundan ibaret.
Pencereleri güneşe açık, aydınlık, havadar girip çıkılan odalar kadar, kepenkleri kapalı, içeri güneş girmeyen, toz tutmuş odaları olan evler gibiyiz. Odaların sayılarını bilmiyorum. Hangisi daha fazla onu da bilmiyorum. Ama şundan eminim ki, iyi insan olmak nerede ve nasıl duracağımızı ‘seçmekten’ten ibaret. Karanlık var, yok değil. Yok zannedip aydınlık içinde dolanıp durmakla, var olduğunu bilip aydınlıkta olmayı seçmek arasındaki farktan bahsediyorum.
Somut bir örnek olması için, mesela bir yakının sahip olduğu bir şeyi imrenme ötesinde hasetle istediğini fark ediyorsun. Kızgınlıkla karışık kıskançlık içini kemiriyor. Hatta ona kötü bir şeyler olsun düşüncesi bile aklına gelebiliyor. Korkunç! Ama evet olabiliyor. Bu duyguyu daha fazla direnmeden önce fark edip, sonra kabul ettikten sonra, yani karanlık odanın anahtarını çevirip de içine girince şöyle bir şeyler oluyor… bir de bakıyorsun, bir kuytuya sığınmış küçücük bir kız çocuğu- senin en minik halin. O minicik haliyle sanki hayatının ilk yıllarında anlayamadığı bir şeylerden korkmuş, belki bir şeyler ona yetmeyecek gibi hissetmiş, hatta sevilmediğini zannetmiş ve bu ilk korkuların izleri hala üzerinde. Zaman geçmiş, oda üstüne kapanmış, o öylece orada kalmış.
Bu durumda ne yaparsın? Kapıyı çocuğun yüzüne kapatır çıkar mısın? O sensin. Onun dışındaki devasa dünyanın ona yaşattıkları bir giysi olmuş üzerinde. Yaşadıklarının travmalar, bilinçli yapılmış kötülükler olması da gerekmiyor. Hatta çoğunlukla öyle de olmuyor. Yani bir kardeşi dünyaya gelmiştir mesela, ve o artık sevilmediğini zannetmiş de olabilir.
İnan ben karanlık odanın içine girmeyi, karanlığın içinde bir müddet kalmayı ve varsa gözüme çarpacak bir ilk duyguyu fark etmeyi, bir küçük kız çocuğuna ya da bir başka ilk başlangıca rastladığım zaman da onun yanına gidip durmayı, bazen sarılmayı, bazen avutmayı yeni öğreniyorum. Ve sanki bunu her yapışımda, karanlık odanın penceresinden içeri bir parça daha ışık sızıyor, bunu da yeni fark ediyorum. Yine o kıskançlık örneğinden gidersek, o itiraf bile edemediğin duyguyla biraz kaldığında ve merak edip irdelediğinde, o duygunun toz zerrecikleri gibi dağıldığını, kıskanma duygusunun yerine o sende olmayan ve istediğin şeyin ne olduğuna daha başka bir gözle bakabildiğini görüyorsun. Ve hala onu istiyorsan bunun için olumlu anlamda neler yapabileceğini düşünmeye başlıyor, kendini bir sonraki adımlarını hayal ederken bile bulabiliyorsun. Oda biraz olsun ışıdı. Bu bir örnekti.
Bunları neden mi şimdi yazıyorum? Çünkü yaşamak zorlaştı, koşullar daha zorlayıcı. Aydınlıkta kalmak, kendini daha iyi hissetmek ve birlikte yaşadığın insanları iyi hissettirmek daha güçleşti. Daha fazla istemediğimiz gibi davranıyor, daha kırıcı olabliyor, kendimizi daha zor sakinleştirebiliyoruz. Bir anlamda, o karanlık odalar bizi daha fazla içine çağırıyor. Böyle zamanlarda ve her zaman en önemli gücü içinde bulunduğumuz evi, kendi evimizi tanımaktan alıyoruz belli ki.
Belki bir ömür bu odaları tanımaktan, ışığa kavuşturmaktan ibaret olacak ve hiç bir zaman tamamını başaramayacağız. Yine de, bunu bilerek, yapmaya niyet etmek, hatta birkaç beceriksiz çaba bile çok özgürleştirici, çok hafifletici. İyi geliyor her seferinde.
Çok gençsin ve gençliğinle çok güzelsin. En güzel sen, karanlıklar içindeki küçük halinin taşıdığı minik korkuları sevgiyle şevkatle kucaklamanla olacak. O zaman çok daha huzurlu, mutlu ve güçlü olacaksın. O zaman odadan odaya geçen rüzgar gibi esecek, esneyeceksin. O zaman aydınlık odada duruşun çok başka olacak.
Hep hatırla ki canım, sevgi sonsuz, bereket sonsuz, seçerkenki özgürlüğümüz sınırsız. Ve insanoğlu, önce kendine karşı dürüst, şevkat ve sevgi dolu olduğu zaman herkes için bunu duyabiliyor, dileyebiliyor, güvenebiliyor.
Sen benim ama benden çok bu hayatın sevgili kızısın. Evin karanlığıyla aydınlık, pencereleri berekete bolluğa açık, rüzgarı bol, her köşesine sevgi ve güven sinmiş, iyiliğin güzelliğin eksik olmadığı, sevdiklerinle paylaşacağın bir dünya evi olsun. Sana, her haline, bu hayattaki her bir anına sonsuz sevgiyle sarılıyorum.
Annen
Comments