top of page
Yazarın fotoğrafıŞarkılara Mektuplar

O gün geldiğinde

Hevesimi kursağımda bıraktı dünya. Ben kocaman kocaman sarılmak, öpmek, koklamak, anlatmak istiyordum. Oysa şimdi hepimiz zorunlu evde kalma hizmetimizi yapıyoruz dünyaya karşı korona günlerinde.


Canım arkadaşım,


Mektubunu almak, hele de canımın içi renginde zarfını görmek nasıl mutlu etti beni. Sanki seninle bir porsiyon cevizli tel kadayıf paylaşıyormuşuz gibi. Her bir teli ayırıp içime çeker gibi tekrar tekrar okudum. Dilim damağım, her yerim şekerlendi anlayacağın. İnan döndüğümden beri en çok görmek istediğim sensin. Öyle özledim ki seni. Çok mutlu, çok ama çok yaşam dolu, bambaşka döndüm ben. Keşke görebilseydin, “yaa ne kadar büyümüşsün, tatil, şey afedersin araştırma yaramış” derdin. Hevesimi kursağımda bıraktı dünya. Ben kocaman kocaman sarılmak, öpmek, koklamak, anlatmak istiyordum. Oysa şimdi hepimiz zorunlu evde kalma hizmetimizi yapıyoruz dünyaya karşı korona günlerinde.


“2002’den beri bu ülkeyi yönetenler bizden ne aldı” diye sormuşsun bana, yeni araştırma konun için. Canım arkadaşım, ben de araştırmana yakışır bir şekilde en ciddi tavrımı takınarak “aşkımı aldı” demek istiyorum. Ben sana emek “Emek sineması, İnci Pastanesi, Beyoğlu Metropol Müzik, İstiklal’in eski cıvıltısı, bir zamanlar beslediğim, kucağımdan inmez kediler” demek istiyorum ama sen “aşkımı” anla. Ben sana meydanlar, dağılmış eylemlerden yüzümüzde kalan bahar güneşleri demek istiyorum. Ama sen yine de “aşkımı” anla. Aziz Nesin sahnesi, Akm’deki oyun öncesi sohbetlerimiz, Sultanahmet adliyesi önündeki oturma eylemlerimizden yadıgar mavi kurdelalı gömleğim, çocukluğumun sepet sepet çilek tarlaları, ki şimdi İstinye villaları oldular, nenemle kuzu kulak topladığımız sulak tepeler, ki şimdi Gazeteciler sitesi diyorlar adına ama orada hiç gazeteci oturmuyor, her yerinden su akan tepeleriyle çocukluğumun küçük kovalarını dolduran pınarları aldı desem, sen yine “aşkımı” anlar mısın?


Babama sorsan mevsimlerin huzurunu bile almışlar. Onlar gelmezden önce martlardan sonra nisanlar, sonra mayıslar gelir bu böyle devam edermiş. Şimdi mevsimler de şaşmış. Doğada akıl kalmamış acıdan ve şaşkınlıktan.


Şu eve kapanmak, evde kalmak can sıkıcı. “Evde kal Türkiye” diyoruz ya. Ben yaşım kadar evde kalmışım diye bağırasım geliyor. Ama en kötüsü insanın kendini her şeyden tecrit etme zorunluluğu. Herkes herkese düşman, herkes herkesten korkuyor, iğreniyor gibi. Geçen gün sahilde medikal eldivenleriyle el ele tutuşmuş aşıklar gördüm. Nike ayakkabıları, naylon eşofman takımlarıyla tespih çeken amcalar...


İnsanla insan arasında değil sadece insan varlığıyla virüs varlığı arasında sınırları koyacak şekilde yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Yoksa ortaya tanımı güç, başa bela bir insan varlığı çıkacak.


Sen evde kaldığın bu süreci “hatırlama egzersizleri” yaparak geçiriyorsun, öyle demişsin. Çok iyi ediyorsun. Ben de “kalp açma egzersizleri”, “kalp genişletme hareketleri” yapıyorum bol bol. Hamlamış, paslamış ne çok tarafı varmış kalbimin. Biliyorsun uzun yıllar sonra bir kalbim olduğunu fark ettim yeniden.


Henüz sadece iki haftayı böyle geçirdik. Ama bazen bunlar yani bu günler hayattan değilmiş, hayat sanki bir film arası vermiş ve ne zaman kaldığımız yerden devam edeceğiz bilmiyoruz da o tekrar başlayana kadar oyalanma egzersizleri yapıyoruz gibi geliyor. Ama son günlerde oyalanmayı geçti. Sanki gelişini hızlandırmaya çalışıyoruz. O yokken kıymetini anlamışız da ona güzel bir karşılama hazırlığı yapıyormuşuz gibi geliyor. Hayatı karşılama.



O yüzden hatırlat da “o gün geldiğinde”, sen, ben ve dünya şu adını da, tadını da hiç bilmediğim palmiye tatlısından yemeye gidelim. Bitirirken, şair bana soruyordu, ben de sana: ”Dünya artık bir daha hiç bir okul çıkışı gibi kokmayacak mı?” Ne diyorsun?


Hasretle.

Zeytin.

90 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yol

Comments


bottom of page